Blog Listem

26 Şubat 2014 Çarşamba

İSTANBUL KIRMIZISI


Evimizin yakınlarına açılan alışveriş merkezi beni en çok D&R açısından mutlu etti.

 D&R'da her aradığım kitabı bulamam ben, yeni çıkanlar ise hemen her köşeye yayılır.

İstanbul Kırmızısı da bunlardan biri oldu. 

Ferzan Özpetek, Cahil Periler'le tanıdığım bir yönetmen. Tüm filmlerini de çok severim. 
Onun adının geçtiği kitabı görünce, eski bir dosta farklı bir şehirde rastlamış gibi sevindim. Tereddütsüz kitabı aldım. Yanında da Kapalı Çarşı Cinayeti'ni aldım. Kapalı Çarşı Cinayeti de bir ilk roman olduğu için ilgimi çekti.

Eve gelir gelmez, İstanbul Kırmızısı'na başladım. Başlamak için iki önemli nedenim vardı. 

İlki; dedim ya eski bir dostla farklı bir coğrafyada karşılaşmış gibiydim. 
İkinci neden; kitabın içinden İstanbul geçmesiydi.
Böyle de tuhaf bir huyum var benim. Bir kitap içinde İstanbul geçiyorsa; mutlaka kitaplığıma giriyor.
Bunun nedeni belki özlem, belki İstanbul'un doğup büyüdüğüm şehir olması ... bilemiyorum. 

Sayfalar ilerledikçe İstanbul ve özellikle Marmara Denizi ile ilgili cümleler başlangıçta hoşuma gitti.
" İstanbul'dan sonra başka denizler sevdim ...
Ama suyun cilaladığı, kıyıda bulduğum taş misali içimde taşıdığım deniz, ilk gençliğimin denizidir. Marmara Denizi'dir. "

Ancak kitabın içinden İstanbul geçmesi kitabın çabuk okunmasını sağlasa da, kitapla ilgili bence eksik bir şeyler var. 
Konu çok dağılmış. Konu güzelken, daha iyi hale gelecekken  kısa tutulmuş. Okur bu nedenle kendini havada kalmış gibi hissedebilir.

Gezi olaylarına yapılan vurgu ve İstanbul tasvirleri güzeldi ama romandan çok kısa film tadında bir kitap olmuş İstanbul Kırmızısı.

Sunumu ve görünümü şahane bir pastanın aslında o kadar da şahane olmadığını anlamak gibi bir duyguya kapıldım kitap bittikten sonra. 

En iyisi bir Ferzan Özpetek filmi bulayım kendime ... Bir de Kapalı Çarşı Cinayeti'ne başlayayım. 
O da bir sonraki yazımın konusu olsun ...

19 Şubat 2014 Çarşamba

BÖĞÜRTLEN KIŞI

Arkadaşım S. doğum günümü kutlamak için aradı.
Babam hastanede yatıyordu ve ben gerçekten o gün doğum günüm olduğunu bile unutmuştum.

S. de benim gibidir, okumak yaşam biçimidir.

" Hadi gel dedi bana; bir yerlerde birer kahve içelim, biraz sohbet, açık hava iyi gelir sana".

Kıramadım S'yi. Buluştuk. Dediği gibi de oldu. İyi geldi açık hava ve dostla içilen Türk Kahvesi.

S. kitap hediye etmek ve almaktan hoşlandığımı bilir. Elime bir paket tutuşturdu. Baktım ki, doğum günü hediyem bir kitap. Açtım hemen ... Böğürtlen Kışı.

Yazarın daha önce iki romanını okumuş ve beğenmiştim.

Aslını ararsanız, son dönemlerde yazılan bu tarz kitapları çok benimseyemedim. Fakat  bu yazarın kitaplarını gerçekten samimi buluyorum. Üstelik çeviri de güzel; - kitabın kapak tasarımı ve ayracından hiç söz etmiyorum :) -


Kitap okumak için çok da keyifli bir dönemde değildim. Bir kaç gün sonra da babamı kaybettim.

Babam gittikten ve sular biraz durulduktan sonra, baş ucumda bekleyen kitaplarıma göz attım.
Böğürtlen Kışı güzel kitap tasarımı ve püsküllü ayracıyla kitaplarımın arasından beni seç der gibiydi.

Başladım ve kısa bir sürede bitirdim.

1933 yılının Mayıs ayında, kar fırtınasına teslim olmuş Seattle'da, üç yaşındaki oğlunu kaybeden Vera'nın hüzünlü öyküsünü anlatıyor roman. Bu olaydan yıllar sonra, kaybolan çocuğun hikayesinden etkilenen ve bu konuyu araştıran bir gazetecinin yaşadıklarıyla da paralel gidiyor.

Konu annelik ve çocuk olunca bende akan sular durduğu için, kitabı bir çırpıda okudum.

Yazarlığın en güzel tarafı, önceki kitaplardaki kahramanları diğer kitaplarda da yaşatabilmek olmalı.

Sarah Jio bunu hep yapıyor. bir önceki romanındaki ana karakter, bir sonraki romanda karşımıza yan karakter olarak çıkıyor. Bu da okumayı daha eğlenceli hale getiriyor.

Böğürtlen Kışı'nda da Mart Menekşeleri'ndeki Emily ve Jack çıkıyor karşımıza ...

Fikrimi soracak olursanız; Mart Menekşeleri ve Yağmur Sonrası'nı okuduysanız; zaten Böğürtlen Kışı'nı mutlaka okursunuz. Belki de bu ben bu satırları yazarken çoktan okuyup bitirdiniz bile...







11 Şubat 2014 Salı

DÜNYA AĞRISI


Tuhaf bir huyum var benim.
Sevdiğim yazarları en son kitaplarıyla tanıyıp benimsiyorum.
Bu neden böyle bilmiyorum ama bir yazar gönlümün kitaplığında yer edindiyse; bu ilk değil sonraki kitaplarıyla oluyor.

Ayfer Tunç'un kitaplarının gönlümün kitaplığında yer edinmesi de " Bir Deliler Evinin Yalan Yanlış Anlatılan Kısa Tarihi " ile başlar. Bu kitap önce adıyla dikkatimi çekmiştir sonra da içinde barındırdığı beş yüze yakın karakteriyle gönlümün kitaplığında baş köşeye oturmuştur. " Bir yazar beş yüze yakın bir karakterle bir romanda nasıl başa çıkar? "  düşüncesiyle hayretle okuduğum bir roman olmuştur.

Ardından "Kapak Kızı" gelir ve hemen sonra ",  " Yeşil Peri Gecesi  ".

Ayfer Tunç'u Ayfer Tunç yapan  " Bir Maniniz Yoksa Annemler Size Gelecek " adlı roman nice sonra girmiştir kitaplığıma. Gecikmiş olarak;  büyük bir özlemle okuduğum kitaplarından biridir Ayfer Tunç'un.

***

" Bir Deliler Evinin Yalan Yanlış Anlatılan Kısa Tarihi  " ve " Yeşil Peri Gecesi " bittikten sonra yazara mail atmış ve naçizane kutlamış, sırada yeni bir romanı olup olmadığını sormuştum. Henüz roman çalışması olmadığını söylemişti ve ne yalan söyleyim üzülmüştüm. Üzerinden iki yıl geçti;  Dünya Ağrısı yayınlandı.

Dünya Ağrısı kitap raflarında yerini alır almaz benim de kitaplığıma girdi. Ayfer Tunç'un yazdıklarını kana kana su içer gibi okudum. Mürşit ve Madenci'nin birbirinden farklı ama birbirine yakın hayatları, yaşamak istedikleri hayatları teğet geçmeleri okurken sarstı beni.

Dünya Ağrısı, içinde kendimizden de bir şeyler bulabileceğimiz fakat okurken insanı yoran uzun soluklu bir roman. Kendi içinde barındırdığı bir çelişki var. Evet; okurken yoruluyorsunuz ama kitap bittikten sonra da iyi ki okudum diyorsunuz.

Ne diyeyim Ayfer Tunç'un kalemine, emeğine sağlık.
Türk Edebiyatı'na adını yazdıran bir yazarla aynı dönemde yaşıyor olmak onurdur bence ...

6 Şubat 2014 Perşembe

YAĞMUR SONRASI


Geçen kış aylarının birinde, D&R 'dayım. Kitaplar arasında kaybolmuşum ve ne almak istediğimi de bilmiyorum.
Gözüm güzel kapaklı bir kitaba takılıyor. Kapağındaki menekşeler, püsküllü ayraç falan pek hoşuma gidiyor ve kitabı alıyorum. Okuyorum da ... Umduğumdan daha iyi çevirisi ve konusu. İki gün içinde bitiyor kitap. Adı Mart Menekşeleri;  sonra kitap hakkındaki fikirlerimi bu sayfada paylaşıyorum.

Aslında genç kızlığımın beyaz dizi tadındaki kitaplarını okuyup, aşalı çok zaman olmuş. Hatta içinde aşk barındıran kitaplardan bile sıkılır olmuşum. Ama Mart Menekşelerini beğeniyorum işte.

Geçenlerde intrnetten kitap siparişi veriyorum. Bu aralar kitaplarımı hep internet üzerinden alır oldum. Çok da keyifli; her şey parmağının ucunda insanın; ki ben bu internet alışverişinin çok karşısında idim. Hele kitap konusunda çok keskin düşünürdüm.
" Kitap kitapevinden alınır, ne o öyle internet falan " der dururdum. Şimdi ise iyi bir internet alışverişçisi oldum galiba...

İnternetten kitap seçerken gözüm Yağmur Sonrası'na takıldı.
Yağmur sonrası, Mart Menekşeleri yazarı Sarah Jio'nun başka bir kitabıymış, hemen sipariş verdim. Kitap yine güzel bir kapak va ayraç tasarımı ile basılmış. Sanırım kitapçıda da olsam düşünmeden alırdım.

Yağmur Sonrası İkinci Dünya Savaşı sırasında gönüllü hemşirelik yapan iki arkadaşın hikayesini anlatıyor. Çeviri yine güzel, dil samimi ve akıcı. İki samimi arkadaşın aşk yüzünden savrulan hayatları kitabın ana konusu.

Sarah Jio kitaplarında şarkılardan ilham alıyor. Mart Menekşeleri'nin favori Şarkısı Body & Soul'ken Yağmur Sonrası'nın favori şarkısı La Vien Rose oluyor.
La vien rose, o zamanlar yeni parlamakta olan bir şarkı. Benim de özelllikle Edidh Piaf'tan dinlemekten ayrıca keyif aldığım bir şarkıdır.

Yağmur Sonrası 2014'de bitirdiğim kitaplardan biri oldu. Kolay okunan, konusu güzel, kapak tasarımı güzel, ayracı güzel, çevirisi güzel bir kitap.
Özelllikle okullar tatilken, çocuklu anneler rahatça okuyabilir. Çünkü daha çok tatil kitabı kıvamında ...