Blog Listem

9 Aralık 2013 Pazartesi

BEYOĞLU'NUN EN GÜZEL ABİSİ


Açık konuşmak gerekirse Ahmet Ümit en sevdiğim polisiye yazarlarından değildir. Fakat yine de her yeni romanını merakla beklerim.

Ahmet Ümit'i okumaya başlama nedenim Beyoğlu Rapsodisi ve ardından Patasana'dır.

Patasana'yı çoğu insan beğenmese de tarihe olan merakımdan mıdır bilinmez en sevdiğim Ahmet Ümit romanlarından biri olmuştur .

Beyoğlu'nun En Güzel Abisi'ni de düşünmeden aldım ve okudum. Çünkü içinden İstanbul geçen bütün kitaplar başımın tacıdır.

Roman Beyoğlu, Tarlabaşı'nda işlenen bir cinayet etrafında dönüyor.
Ahmet Ümit'in eski romanlarından tanıdığımız komiser Nevzat ve yardımcısı  Ali ile yine bu romanda karşılaşıyoruz. Komiser Nevzat'ın naif ve anlayışlı Rum sevgilisi Evgenia da var romanda. Evgenia bu sefer ailesi ile beraber karşımızda. Evgenia'nın ailesinin İstanbul'dan Atina'ya 6 - 7 Eylül olayları yüzünden gitmek zorunda kaldığını öğreniyoruz romanın ilerleyen sayfalarında.

Komiser Nevzat'ın etrafında dönüp duran komşusu olarak çıkıyor karşımıza.
Polisiye roman yazarı olarak naçizane öneriler getirse de komiser Nevzat zaman zaman sinir oluyor yazara. Bu da okurken hoşuma giden yerlerden biri oldu.

Beyoğlu'nun En Güzel Abisi bana göre sadece polisiye bir roman değil. Çok fazla karakterleri ile, talan edilen İstanbul tasvirleri ile hızla akıp giden bir roman. Yazar bu sefer romana kendini de eklemiş.


Tavsiye eder miyim ? Ederim ...

25 Kasım 2013 Pazartesi

DAHA


Hakan Günday, kitaplarını okurken hayretler içinde kaldığım bir yazardır.

İlk romanı Kinyas ve Kayra'yı tesadüf eseri edinip okumuştum. Ardından AZ ve ZİYAN geldi. Aynı şaşkın duygularla okudum bu kitaplarını da. Sonunda Hakan Günday kitapları benim favori kitaplarım arasına girmişti. Hakan Günday da favori yazarım.

DAHA çıkar çıkmaz kitabı hemen edindim. Bu sefer konu farklıydı. Geçimini insanlar üzerinden sağlayan Ahad'ın oğlu Gaza'nın hayatıydı romanın konusu.

Yazarın diğer kitapları gibi, şaşırarak, çarpılarak okudum.
Kitap bitince bir şeyler eksik kaldı içimde ve ne olduğunu bulamıyorum.
Evet yine sarstı, silkeledi, düşündürdü yazarın satırları ama o eksikliğin ne olduğunu bulamıyorum.

Sonuç; Hakan Günday yeni bir kitap daha yazarsa okur muyum ? Tabii kesinlikle okurum ... Yazarın kitaplarının kredisi  bende hep sonsuz ...

25 Ekim 2013 Cuma

AİLE ÇAY BAHÇESİ


Bayram öncesi alışverişindeyim.
Elim kolum dolu. Bu bayram öncesi alışverişlerini hiç anlamamışımdır zaten. Nedir bu telaş, bu koşuşturma falan?

Oğluma bir şeyler almak için gittiğim alışveriş merkezinde D&R' a uğramasam olmaz !!!
 O iki arada bir derede sıkışık zamanda giriyorum mağazadan içeri. Bir bakıyorum ki Yekta Kopan'ın yeni kitabı çıkmış; üstelik roman.

Yazar Yekta kopan olunca düşünmeden alıyorum kitabı. Çünkü kimseler bilmez Yekta Kopan'ın sesi aslında benim çocukluk arkadaşım !!!

Çocukluğumda dinlemekten vaz geçemediğim Okul Radyosu'ndaki kahramanlardan birine ses verirdi o zamanlar. Yine kimseler bilmez o kahramanların hepsinin sesi benim çocukluk arkadaşım.

Eve geliyorum, e tabi araya bayramın ilk iki günü giriyor. Üçüncü gün daha rahatım. Kitaba başlıyorum ve iki saat içinde bitiriyorum.

Aile Çay Bahçesi'nin   hüzün barındıran bir  konusu var. Kendinle kavgalı, hayatla kavgalı Müzeyyen'in hikayesi. "Müzeyyen" süslerle güzelliklerle bezeli demek. Müzeyyen'in hayatında pek süs ve güzellik barınmıyor ne yazık ki. Müzeyyen'in kendinle ve hayatla mücadelesini okurken, roman akıp gidiyor ve bana da sesi çocukluk arkadaşım olan yazarın kitabını, sayfamda tanıtmak düşüyor ...

11 Ekim 2013 Cuma

İSKOÇYA SOKAĞI 44 NUMARA


Şu güzel geçen son bahar günlerinde, yorulmadan okuyabileceğiniz, eğlenceli bir kitap arıyorsanız İş Bankası Kültür Yayınları'ndan çıkan İskoçya Sokağı 44 Numara güzel bir seçenek olabilir.

Roman aynı sokakta yaşayan insanların maceralarını ve birbirleri hakkındaki düşüncelerini anlatıyor. Kahramanların yaşadıklarını merak ettiğiniz için de sayfalar akıp gidiyor. Ben en çok kitabın ana kahramanı Pat ve komşusu Irene ile Irene'nin beş yaşındaki özel yetenekli oğlunun maceralarını beğendim.

Kısacık ip ucu vereyim; Pat aynı evi paylaşmak zorunda kaldığı yakışıklı ukala Bruce'a umutsuzca aşık olur. Bruce bunun farkındadır ama Pat'e karşı hiç bir şey hissetmemektedir.

Pat'in komşusu Irene çocuk eğitimi konusunda çok hırslı bir kadındır. Yani o kadar hırslıdır ki; kadını gerçekte görseniz sinir olup bir kaşık suda boğmak istersiniz:) Beş yaşındaki oğlu Bertie  annesinin yoğun çabaları sonucunda saksafon çalmayı öğrenir ve hatta zor bir şarkı olan **AS TIME AS GOES BYE' ı profesyonelce çalmayı öğrenir. Irene'deki nasıl bir hırssa çocukla saksafon aynı boydadır oysa...

Roman böylece diğer yan karakterlerle devam eder. Yan karakter demişken, Irene ve Pat'in komşusu Domenica'yı unutmamak gerekir. Domenica görmüş geçirmiş bir kadındır, hırsları yüzünden  içten içe Irene'e kızmaktadır.
Domenica'nın Irene'e söylediği şu  cümleyi çok sevdim : " Çocukluğun anlamı, bize kısa ömürlü bir masumiyet ve dünyanın baskılarından korunma fırsatı tanımasıdır.

Romanı anlattım diye  kızmayın sakın; bunlar çok minik paylaşımlar ayrıca bu kitap seri kitap. Şimdi ben sabırsızlıkla serinin ikinci kitabı Kahve Öyküleri'nin siparişinin gelmesini bekliyorum.

** AS TIME AS GOES BYE : Ünlü Casablanca filminin müziğiymiş, o müziği bilirdim, roman kahramanı Bertie sayesinde adını da öğrendim ...

25 Eylül 2013 Çarşamba

VE DAĞLAR YANKILANDI



Uçurtma Avcısı ve Bin Muhteşem Güneş'ten sonra okurlarının gözünde bağımlılık yaratan bir yazar oldu Khaled Hosseini. Doğal olarak yeni romanlar bekledik kendisinden.

Yazıp yazmadığını ya da romanların Türkçe'ye çevrilip çevrilmediğini bilmiyorum ama uzunca bir aradan sonra yeni romanı Ve Dağlar Yankılandı ile okurla buluştu. Aslını ararsanız satış kaygısına kapılıp da, bir romanı çok sattı diye altı ayda bir kitap yayınlayan yazarları da sevmiyorum ben. Bu bakımdan, eğer ortaya güzel bir şeyler çıkartmak adına yazmamışsa yazara da ayrıca saygı duyarım.

Konu yine yazarın en iyi tanıdığı topraklarda geçiyor. Bize  fazla uzak olmayan bir coğrafyadan sesleniyor roman.

Romanı okurken hem bugüne hem de geçmişe yolculuk yapıyor okur.

Benim fikrim; güzel bir roman olmuş  Ve Dağlar Yankılandı, okunmaya değer. Naçizane eleştiri yapmam gerekirse; geçmiş ve gelecek bağları karışık biraz. Bağlantıyı kurabilmek için dikkatli bir okur olmak lazım. Sık tekrarlar var. Konu  kadın ama kadınların başına gelenler hangi coğrafyada olursa olsun her kadının başına gelecek türden.

Kitap okuru  ancak ilk 50 sayfadan sonra içine alıyor. Dördüncü bölümde Nebi'nin Bay Markos'a yazdığı uzun mektup sayesinde, ilk sayfalarda okunan  bütün kahramanları tek tek merak etmeye başlıyoruz. Bu da romanın akmasına neden oluyor.

Yazarın kullandığı teknik güzel, çeviri için de olumsuz hiç bir şey söyleyemem, gayet başarılı ancak; roman için şahaneydi, yılın kitabıydı
 falan diyemiyorum çünkü bende biraz Kemalettin Tuğcu  kitaplarının etkisini uyandırdı. Tabii bu kişisel bir durum da olabilir, belki ben şimdilerde neşeli kitaplar okumak istiyor olabilirim ...



20 Ağustos 2013 Salı

PERİ GAZOZU



Muhteşem bir kitap okuyorum ve bitmesin istiyorum.
Tuhaf, buruk bir hüzün ve sevinç uyandırıyor okurken sayfaların içindeki cümleler.

Kimi zaman bir çocuğun anılarına yolculuk yapıyorum; kimi zaman bir doktorun hastalarıyla yaşadıklarına tanıklık ediyorum. En önemlisi sayfalarda kendimden de bir şeyler buluyorum.

Peri Gazozu benim için bu yazın en önemli kitaplarından biri oldu.

Tavsiye ederim, hem de önemle ve keyifle ...

9 Ağustos 2013 Cuma

DÖNÜŞ


Ayşe Kulin kitapları benim için yaz kitabı olmuştur hep.

Akıcı dili, merak uyandıran konusu, içinde bir dolu yaşanmışlık barındıran hikayeleri ile Ayşe Kulin kitaplarını severek okumuşumdur.

Temmuz ayı içinde Dönüş'ü okudum. Dönüş gerçekten bir dönüş hikayesi.
Kendine dönüş, çocukluktan çıkış hikayesi ve bir devam kitabı.

Dönüş'ü roman kahramanı Derya'nın gözüyle değerlendirdim okurken.
Bir kızın gençlik yıllarında boyundan büyük olaylar yaşaması, gerçekleri zamanı gelince öğrenmesi anne ve babasıyla birlikte geçmişi ile yüzleşmesi özel geldi bana.

Ayşe Kulin'in bu son romanı da güzeldi, diğer Ayşe Kulin kitapları gibi.

23 Temmuz 2013 Salı

CEHENNEM




Dan Brown'ın yeni kitabı Cehennem çıktığında okuyup okumamakta çok tereddüt ettim. Tereddütümün en önemli nedeni okuma listemin çok kalabalık olmasıydı.
Önceliği İsabel Allende'nin MAYA'sına vermiştim. İsabel Allende ve kitaplarının yeri gönlümde de, kitaplığımda da ayrıdır.
Tam MAYA'ya başlamak üzereyken CEHENNEM'i okuyan arkadaşlarımdan kitabı okumam konusunda yoğun öneri geldi. Bu önerilere dayanamayarak  CEHENNEM'e başladım.

Kitabın çevirisini çok beğendim. Bu tür kitaplarda çeviriyi çok dikkate alırım. Kitap iki kişi tarafından ( PETEK DEMİR - İPEK DEMİR ) çevrilmiş ve bence çeviriye çok emek verilmiş.

Kitaba başlar başlamaz 70 sayfa okudum. Bu gün ikinci günümdeyim ve 200. sayfaya geldim. Konuyu her zaman olduğu gibi anlatmıyorum.

Cehennem'i okurken, kendimi özellikle Sanat Tarihi açısından çok eksik buldum. Bu nedenle hem kitabı okuyor; hem de internetten merak ettiğim yerlerle ilgili araştırma yapıyorum. Bu arada sevgili kitap kurdu arkadaşım Lale'nin  bloğunda yayınladığı Cehennem ile ilgili şahane yazısından da yararlanıyorum.

Bakalım Robert Langdon ve Dr. Sienna Brooks'un tarihi eserler arasında geçen maceraları nerede ve nasıl sonlanacak?

Dan Brown hayranları bence CEHENNEM' i okuduklarına pişman olmayacaklar ...

3 Temmuz 2013 Çarşamba

DOĞUDAN UZAKTA



Bazı yazarları ve kitaplarını mutlaka okumalıyım. Bu nedenle kitap çıkar çıkmaz; kitabı edinir kitaplığımın bir köşesine koyarım. Sevdiğim yazarların kitaplarını okumaya kıyamama gibi tuhaf hallerim de vardır.
Bu nedenle 2013 başlarında çıkmış olmasına rağmen; beklettiğim bir kitap oldu Doğudan Uzakta.

Amin Maalouf okurlarını üç kategoriye ayırıyorum :
- Birinci grup; okur tarafından çok sevilen;
- İkinci grup; okur  tarafından sevilmeye çalışılan;
- Üçüncü grup da; okur tarafından sevilemeyen bir yazar.

Benim, yazarın kitaplarıyla tanışmam 1997'ye rastlar. İlk okuduğum romanı "Semerkant"tır. Kendimi bildim bileli Ömer Hayyam sevdalısı olduğumdan bu romanı su gibi okuduğumu hatırlıyorum. İkinci okuduğum roman "Doğunun Limanları" dır; uzun süre etkisinde kaldığım bir romandır bu da.
Bu iki kitap benim için önemli bir referans olduğundan; bundan sonra
 "Amin Maalouf  ne yazarsa okurum abi " moduna girmiş  sadık bir Amin Maalouf okuru olduğumu da belirtmek isterim. Bu durumda naçizane yaptığım kategorinin 1. kısmında görüyorum kendimi.

Gelelim romana.
Kitap tanıtımlarında çok detay anlatmayı sevmem.
Doğudan Uzakta bir dönüş hikayesi.

Yıllar önce yaşadığı topraklara sevdiği ama arasının açık olduğu arkadaşı Murad'ın ölümü nedeniyle dönmek zorunda kalan Adam'ın hikayesi. Güzel bir konu. İç savaşın yaraları, yaraların izleri ve yarım kalan, belki de hiç başlamayan bir aşk hikayesini barındırıyor içinde.

Benim fikrim; Doğudan Uzakta bu yıl okuduğum en iyi romanlardan biri.
 

15 Haziran 2013 Cumartesi

KARDEŞİMİN HİKAYESİ



****
Ahmet ve Mehmet ikiz kardeştirler.
On yaşlarına kadar güzel bir çocukluk yaşamışlardır, ancak on yaşında anne ve babalarıyla geçirdikleri trafik kazasından sonra hayatları değişir. Kazada anne ve babalarını kaybeden iki kardeş, anneannelerinin yanında büyürler.

Zaman içinde Ahmet inşaat mühendisi, Mehmet elektrik mühendisi olur.
Mehmet yaşadığı sorunlar nedeniyle uzunca bir süre ortadan kaybolur.
Mehmet'in sorunlarından etkilenen Ahmet de psikolojik sorunlar yaşar, en önemlisi de insanlara dokunma duygusunu kaybeder.
Dokunma duygusunu kaybetmek dışında değişik huylar da edinmiştir. Örneğin giysilerini hava sıcaklığına göre seçmektedir. - Henüz romana alışamayan okur;  Ahmet'in bu garip takıntılarına sinir olabilir. -

Karadeniz'de Podima adlı küçük  balıkçı kasabasına yerleşen Ahmet'in evi kitap konusunda fazlasıyla zengin bir evdir. - Tüm kitap severlerin hayali böyle bir ev olmalı diye düşündüm okurken. -

Ahmet'in yaşadığı kasabada güzelliği ile tanınan Arzu trajik bir biçimde ölür. Arzu'nun ölümünden sorumlu tutulan bir çok insan vardır.
Bunları araştırmak için kasabaya gelen ve romanın sonuna kadar adını öğrenemediğimiz gazeteci kız; Ahmet ile konuşmak ister. Ahmet kıza maktule Arzu hakkında bilgi verirken, kardeşinin hikayesini anlatmaya başlar. Kardeşinin hikayesi aslında çok derin bir hikayedir.

****
Roman, polisiye bir roman gibi görünse de, finali ile okuru şaşırtmayı başarıyor. Kardeşimin Hikayesi'ni sevdim. En çok da finalinden etkilendim ...
 

Romanda en beğendiğim cümleyi de paylaşmadan geçmeyeyim :
" Her insan bedeninin çürüyeceğini bilir ve korkar. Ama çoğu insanın ruhu gövdesinden önce çürür; nedense bundan kimse korkmaz."

27 Mayıs 2013 Pazartesi

SON OYUN


Yıllar önce okuduğum " KILIÇ YARASI GİBİ " tadı damağımda kalmış bir Ahmet Altan romanıdır ve fakat  kitabın devamı olan " İSYAN GÜNLERİNDE AŞK" ın izi çok fazla kalmamıştır üzerimde.

Yazarın yeni romanı SON OYUN ise, elime aldığım ilk andan itibaren okuttu kendini. Kitaba başlamadan önce kitap hakkındaki eleştirileri okudum. Tıpkı DÜĞÜMLERE ÜFLEYEN KADINLAR gibi; okur ikiye bölünmüüş durumda. Bir kısım okur kitabı market kitabı olarak görüyor; bestseller tadında olduğu gürüşünde; bir kısım okur kitabı ciddi anlamda beğenmiş.

Bence güzel bir roman olmuş  SON OYUN.
Bir yazarın, yeni romanını yazmak için gittiği kasabada yaşadıklarını; aşk ile harmanlayarak sunuyor okura.
Kitap bittikten sonra izi kalır mı kalmaz mı bilmem ama şu anda keyif alarak ve merak ederek okuyorum; en önemli olan da bu değil mi?

Diyeceğim o ki; Ahmet Altan romanlarını özleyen okurlara Son Oyun iyi gelecek ...

13 Mayıs 2013 Pazartesi

RUHİ MÜCERRET


Kitap raflarında değişik kapağını gördüğümde ilgimi çekti Ruhi Mücerret.

Hepimizin evinin konuğu olmuş; siyah beyaz televizyonun karlı ekranı vardı kapakta. Kapağı hareket ettirdikçe önce Orhan Baba'nın görüntüsü, sonra da Amerikan filmlerinden bir sahne beliriyordu ekranda.

Almalıydım bu kitabı. Çok şey vardı kitabın anlatacağı.

Beklentilerim 70'li yıllarla ilgili bir kitap olmasıydı.
İtiraf etmeliyim Ruhi Mücerret beklentilerimin çok üzerine çıkan bir roman oldu. Murat Menteş'i zaten severim; daha da çok sevdim.

Son dönemde yaşadığım olumsuzlukların üzerine çok iyi geldi bu kitap. Keyifle okudum.

Kitaptan sevdiğim cümleler :

" Geçmişte yaşanan her şey kısa sürmüş demektir ."

" Uzadıkça kısalan şey nedir? Ölümdür. "

" Merhamet, cömertlik, muhabbet, çalışkanlık, tevazu, sadakat ve
cesaret. Bunlaın hepsi karşılıksızdır. İnsanı mebbet tesellisizliğe mahkum eder. Zehirler. Ve tabii ki öldürür.

" Dünyayı değiştirme kapasitesine sahip kişiler, genellikle hayatta kalma konusunda beceriksizdirler".

" Hayat, satrancın aksine, şah mattan sonra da devam eder."

Romanın kurgusunu, konusunu hiç anlatmıyorum. Ruhi Mücerret, anlatılacak değil; okunacak bir kitap çünkü.

Roman karakterleri içinde en çok 100 yaşındaki İstiklal Gazisi Ruhi Mücerret'i sevdim ben. Murat Menteş okurları bu kitabı kaçırmasınlar derim. Henüz yazarı tanımayanlar için Ruhi Mücerret şahane bir başlangıç olabilir.

24 Nisan 2013 Çarşamba

DÜĞÜMLERE ÜFLEYEN KADINLAR


Sizde de oluyor mu?

Bazen elime hiç kitap alamıyorum.
Daha doğrusu bir kitaba hevesle başlıyorum ama içine giremiyorum.
Böyle olunca da okumak gelmiyor içimden.
Daha önce de diğer blogumda yazmıştım, bu yıl çok hareketli geldi bana, azıcık da üzücü olaylar yaşadım ondan olmalı diye düşünüyorum...

Bu kitap okuyamama karışıklığı arasında blogdan tanıdığım ama çoktan dost haneme geçirdiğim sevgili arkadaşım Nur 'un  yasaminkiyisinda.blogspot.comhttp/ ,  Düğümlere Üfleyen Kadınlar'ı hediye etmesi beni çok mutlu etti.

Epeydir bu kitabı okumak istiyordum. Okumak isteme nedenlerimin başında kitap hakkında hem olumlu hem olumsuz görüşlere sahip arkadaşlarım geldi.

Kitap konusunda rafine zevkleri olan bu arkadaşlarımdan bazıları Düğümlere Üfleyen Kadınlar'ın son dönemde okudukları en iyi kitaplardan biri olduğunu söylerken; bir diğer arkadaş grubum kitabı hiç beğenmediklerini söylediler. Bu çelişki benim için şaşırtıcıydı.

İtiraf etmem gerekirse yazarın daha önceki Kitabı Muz Sesleri'ni yarısında bırakmış ve hiç keyif alamamıştım.
Düğümlere Üfleyen Kadınlar konusunda da biraz ön yargılıydım.
Nur'un güzel armağanından sonra kitaba başladım. Şimdilik iyi gidiyor.
Yazar farklı yazım teknikleri geliştirmiş.Öncelikle bu hoşuma gitti.

Roman bize çok yakın coğrafyalarda geçiyor. Bu da ilgi çekici.
İlk bakışta dört kadını anlatıyor.

Arka kapak " Bir kadın ya da bir ülke nasıl sevilir gerçekten " diye sorarken; ilk sayfalarda okuru " Hakikati anlat ama bükerek anlat " cümlesi karşılıyor. Böylece akıyor sayfalar.

Kitap hakkındaki görüşüm mü? O da bir sonraki yazımın konusu olsun.
çünkü, bir kitap bitmeden kesin görüşümü blog sayfamda paylaşmama sözü verdim kendime :)

28 Mart 2013 Perşembe

KARIŞIK KASET



Hani bazen çok lezzetli bir yemek ya da tatlı yersiniz, tadı damağınızda kalır ve bir süre ağzınızın tadı bozulmasın diye bir şey yemek istemezsiniz ya
" Karışık Kaset " bende böyle bir duygu uyandırdı.

90'lı yıllardan başlayarak 2000'li yıllara uzanan hoş ve naif bir aşk hikayesini anlatıyor roman.

Romanın ana karakteri Ulaş'ın ağzından dinliyoruz yaşadıklarını.

Roman okuru, 30'lu, 40'lı hatta 50'li yaşlarını yaşayan herkesin hayatından geçmiş ve  çoktan tarihe karışmış  " kaset " le buluşturuyor. Ulaş'ın ergenlik dönemi, yirmili ve otuzlu yaşlarına tanık oluyoruz elbette.
Sayfaları çevirirken; o dönemlerde ne çok karışık kaset doldurduğumu hatırladım.

Hayatının bir döneminden Melih Kibar, Çiğdem Talu imzalı Erol Evgin şarkıları, Sezen Aksu, Mazhar Fuat Özkan, Nilüfer, Candan Erçetin, Barış Manço, Erkin koray, Cem Karaca şarkıları geçmiş olanlar; AşkınNur Yengi'nin ilk albümü "Sevgiliye" yi halen müzik dolaplarında saklayanlara İrem'le Ulaş'ın hikayesini okumak iyi gelecek ...

14 Mart 2013 Perşembe

GIRNATACI


Yeni, kitaplar okumayı seviyorum ve yeni yazarlar tanımayı da.

Gırnatacı bunlardan biri. Yazarının  doktor oluşu ve ilk roman oluşu bende merak uyandırdı.

Kitabı okumaya başlayınca da sayfalar su gibi akıp gitti.

Kitap Turgenyev'in şu cümlesiyle başlıyor : " Bundan sonrasını ancak bir müzik parçası anlatabilir ... "

Gerçekten de bir müzik parçasını severek dinlemek gibi okutuyor kendini.

Konusunu anlatmayayım. 1800'lü yılların sonunda İstanbul'dan Chicago'ya uzanan; içinde bolca müzik, aşk, tutku, dostluk barındıran bir roman Gırnatacı.
Bir de din, dil, mezhep farkının, insan kadar değerli, önemli olmadığını fark ediyorsunuz okurken...

Okuduktan sonra, iyi ki okudum diyebileceğiniz bir roman...

28 Şubat 2013 Perşembe

KLASİKLER VE ANNA KARENİNA'NIN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ



Anna ile tanışmam çocukluğuma rastlar.
1970'li yılların ortaları. Televizyon yavaş yavaş evlerimizin en önemli köşesinde yerini almış.

İlkokuldayım. Bir sürü dizi var izlenecek. Hepsi Amerikan dizileri ama.
En çok tatlı Cadı'yı seviyorum ben. Ne tatlı bir cadı o Sementha. Minik kalkık burnu ile neler neler yapıyor, gözümü siyah beyaz ekrandan ayıramıyorum !!!

Annem ve babam da başka bir dizi için aynı durumdalar.
Dizinin ana kahramanı bir kadın.
Kadın aşağılık, namussuz terbiyesiz !!!
 Çünkü kocasını aldatmış. Aldatmak ne bilmiyorum ki çocuğum daha. Kadının adı Anna Karenina.
O ve çevresindeki bütün kadınlar süslü. Kabarık elbiseler giyiyorlar. anladığım sadece bu o  zamanlar.
Ben Tatlı Cadı'yı izlemek istiyorum. Bu diziyi sevmiyorum.

Yıllar geçiyor. Genç kızlığımda klasiklere başlıyorum. İlk elime aldığım kitap Madam Bovary. Berbat bir çevirisi var; zorla okuyorum.
Sonra Aşk ve Gurur ile tanışıyorum.
Bir solukta kitap bitiyor.
Ardından Uğultulu Tepeler Geliyor. O da aynı hızla bitiyor.

Bir arkadaşım Anna Karenina'yı da okumalısın çok güzel diyor.
 Tolstoy'la  ve Rus Edebiyatı ile böyle tanışıyorum.
 Nedense Anna Karenina'yı okumayı erteliyorum.
Dostoyevski'ye sarıyorum; hemen hemen  bütün kitaplarını hatmediyorum Ecinniler hariç.  Yıllar geçiyor; Anna Karenina hep bekliyor.

Yıllar sonra Anna Karenina'yı İletişim Yayınları'ndan tekrar satın alıyorum. Bu arada klasiklerde çevirinin öneminin farkına varmışım. Fakat o kadar okunacak kitap var ki Anna'ya yine sıra gelmiyor. İki yıl kitaplığımda bekliyor kitap.

Bana göre kış kitabı Anna Karenina ve ben bu kış ocak ve şubat ayımı Anna'nın dramını okuyarak geçiriyorum.
Konu bildik, hikaye aynı ama şimdiki gözlerimle Anna haklı. Baştan sona haklı. Çünkü bir kadının hayatta en çok ihtiyaç duyacağı şey sevgidir bence. Sevgiden yoksun kadın mutsuz kadındır.
Romanı Tolstoy'un akıcı uslubu sayesinde okuyorum. Anna'nın dramına tanıklık etmek üzüyor beni ve roman sonunda bitiyor.

Romandan geriye kalan çok şey var. Kırklı yaşlarımla Anna Karenina'yı okurken, romanda önemli olan bir karakter keşfediyorum. Levin. Bence romanın ana karakteri Levin. Levin'in düşünceleri, duyguları çarpıyor beni.

Anna Karenina bitince lisedeki edebiyat öğretmenimin sözleri geliyor aklıma; "Klasikler insan hayatında üç dönemde okunmalı. Gençlik, orta yaş ve yaşlılık dönemlerinde " derdi.
Şimdi ben bir romanı üç farklı dönemde okuyacak kadar sabırlı görmüyorum kendimi; fakat en azından geçmişte okumadığım klasikleri, şimdilerde okuyabilirim. Çünkü insanın yirmili yaşlarının gözleriyle; kırklı yaşlarının gözlerinin gördüğü çok farklı ve bunu ancak yıllar geçtikçe anlayabiliyoruz.

10 Şubat 2013 Pazar

MART MENEKŞELERİ



Kapağına bayıldım önce; bir de içindeki püsküllü ayracına.
Ben böyleyimdir işte. Kitap kapağı, tasarımı çok önemlidir gözümde.

Ocak ayında, doğum günümde kendime hediye aldım Mart Menekşeleri'ni.

Menekşe sevdiğim çiçeklerden biridir.
Baharı hatırlatır bana ve her bahar menekşelerim açar evimdeki saksılarımın içinde.

"Mart Menekşeleri" bir ihanet öyküsü aslında. Belki de ihanet sonrasında kadının kendini bulma hikayesi. Bu kendini bulmada roman kahramanı Emily'nin tatil için gittiği adada 1943 yılına ait bir günlüğü tesadüfen bulması önem taşıyor. Böylece okur roman içinde gizemli bir yaşam öyküsü okuma fırsatı da buluyor.

Bilmediğim yayın evlerinin bilmediğim kitapların okumakta tereddüt etmişimdir. Mart Menekşeleri bu tereddütümü gideren bir kitap oldu. Hızlı ve akıcı çevirisi ile ve konusu ile hemen okuttu kendini. Haa unutmadan bir de o cümle; kitabın başlangıcındaki o cümle çarptı beni : " Hayat birine seni seviyorum demenin kararsızlığını yaşamak için çok kısadır " .