Blog Listem

31 Ekim 2010 Pazar

MANZARADAN PARÇALAR


İtiraf etmem gerekirse Orhan Pamuk çok okuduğum yazarlardan bir değildir.


Bu güne kadar iki romanını severek okudum Cevdet Bey ve Oğulları ve Masumiyet Müzesi .


Şimdi hatırlıyorum da 90'lı yıllarda popüler olan Yeni Hayat adlı romanını hayatıma bir "yeni" lik katacağını düşünerek hevesle alıp okumaya başlamış ama ortalarında yarım bırakmıştım.


Ya o zamanlar ki ruh halim kitabı okumaya elverişli değildi ya da yüzlerce baskı yapan Yeni Hayat o dönemlerde bana hitap etmemişti.


Neyse, yıllar geçti üzerinden konumuz bu değil zaten.


Geçen gün elime Orhan Pamuk'un son kitabı " Manzaradan Parçalar" ı aldım.


Aldığım günden beri de elimden bırakamıyorum.


Çok ama çok beğendim.


Özellikle İstanbul'u ve kitapları anlatan bölümlerinde sayfaların arasında kayboldum.


Bence Orhan Pamuk deneme yazılarını çoğaltmalı.


Manzaradan Parçalar Okurken okura; " Deneme işte böyle yazılmalı" dedirtiyor.
Hayat yolculuğu sırasında yaşananlar usta bir kalemle buluşunca ortaya şahane bir eser çıkartıyor demek ki...


Yazarın kalemine ve emeğine sağlık.

24 Ekim 2010 Pazar

YE DUA ET SEV


Böyle kitapları çok okumam aslında ama bazen okumak gerekiyor.




Biraz da yeğenimin önerisiyle alıp okudum.




Elime alınca 50 sayfa okumuş olduğumu fark ettim. Akıcı bir dile sahip.




Konu bildik, tanıdık bir konu.




Evli, anne olması ve hamile kalması beklenen Liz günün birinde aslında bunları yapmak istemediğini fark ederek hayatını değiştirmeye karar verir.


Hayatını değiştirme aşaması elbette biraz sancılı olacaktır.
Bu istek ve sancı Liz'i İtalya'dan Hindistan'a kadar sürükler.
Roman da böylece devam edip gider.


Filmini izlemedim, Julia Roberts'ın hatırına izler miyim bilmiyorum?


Kitabı okuduktan sonra sadece şunu düşündüm : " Amerikalıların -BESTSELLER- anlayışı sanırım bana uymuyor " .




19 Ekim 2010 Salı

KAPAK KIZI



İtiraf etmem gerekirse bu romanı bana sevgili arkadaşım Leylak Dalı okumam için getirmemiş olsaydı hiç bir zaman okumak aklıma gelmezdi.

Leylak Dalı ile bunu alışkanlık haline getirdik; Leylak Dalı Antalya’ya her geldiğinde mutlaka kendisinden okumak için kitap istiyorum, çünkü O kitap konusunda zevkine güvendiğim birkaç arkadaşımdan biri.

Kendisine buradan teşekkür ederim, umarım Ankara’ya gitmiştir teşekkürüm:)

Eveeeet, bu kadar gevezelik yeter şimdi kitabın konusuna geçelim değil mi ama?

“ Ankara’dan İstanbul’a karlı bir kış günü yolculuk yapan trenin içinde birbirini hiç tanımayan yolcular vardır.
Banka müfettişi olduğu için sürekli seyahat eden ama yaptığı işten nefret eden Ersin, radyo programcısı Selda, trenin restoranında görevli garson Bünyamin, Bünyamin’e yardımcı olan diğer garson beceriksiz İzzet bunlardan sadece bir kaçıdır.

Tren hızla yolunda ilerlerken, yağan kar tipiye dönüşmüş ve tipinin hızı trenle yarışmaya başlamıştır.

Yollar kapanmak üzeredir.

Tren yolcularının hiç birinin bilmediği biri hepsinin hayatlarında bir biçimde yer almaktadır.
- Kapak Kızı Şebnem -

Şebnem, hayatın acımasızlığına olan tepkisini bir erkek dergisine çıplak pozlar vererek göstermek isteyen, güzelliğini farkında olan bir kadındır.

Yolcuların hiç birinin bilmediği bir şey vardır.


Şebnem bir biçimde trendeki yolcuların hayatının içindedir. Ersin ve Selda’nın çok eskilerden tanıdığıdır. Ersin’in çocukluk aşkı, Bünyamin rüyalarının süsüdür.

*****
“Kapak Kızı” Ayfer Tunç’un ilk romanı.

Öyle bir roman ki; okura “ Bir ilk roman bu kadar mı başarılı olur ?” dedirtiyor.

Meraklısına Not : Yazarın yeni romanı “Yeşil Peri Gecesi “ Kapak Kızı Şebnem’i anlatıyor … “


ELVEDA KIZLAR ÜLKESİ

Sevgili Nur’cum yaşamınkıyısında.blogspot.com bana bu kitabı tanıttığın için sana çok teşekkür ederim.

Elveda Kızlar Ülkesi bu yaz okuduğum en güzel romanlardan biriydi.

Blog ortamında kitap paylaşımlarını çok seviyorum.

“ Kadınlarla erkeklerin evlenmemesi gerekir; çünkü aşk mevsimler gibidir.
Gelir geçer. “

Kitabın arka kapağında bu cümle yazıyordu. Sırf bu cümle için bile bu kitap okunur diye düşünerek başladım okumaya.

Bir ülke düşünün, öyle bir kültüre sahip ki, kızlar erkeklerden daha değerli sayılıyor, evlilik geri kafalılık olarak değerlendiriliyor, miras anneden kızına geçiyor.

Burası uzak doğuda Çin sınırları içinde yer alan Moso Bölgesi’ dir.
“Namu” romanın baş kahramanıdır.

Çocukluğunda çok ağlayan bir çocuk olduğu için annesi hep başkalarına vermeye çalışmış ama kimseye verememiştir Namu’yu.

Yıllar geçer, Namu büyür ve kendi köyü dışında, dağların arkasında kalan dünyayı merak etmeye başlar ve bir gün tüm karşı koymalara rağmen köyünü terk eder.

Kitap okunup bittikten sonra okurun aklına şu düşünce yerleşiyor; ki sanırım bu da romanın ana fikirlerinden biri : Kültürler farklı olsa da anne kız ilişkisinin her yerde aynıdır. Anneler kızları ile hem kavga eder, hem çatışmalar yaşar ama ararlında kimsenin adlandıramadığı bitimsiz bir sevgi vardır.

GÜLÜMSEYEN ANILAR




Yıllar geçtikçe, insanın elinde avucunda iki önemli varlık kalır.

Birincisi anılardır, diğeri ise fotoğraflar.

Varlık diyorum çünkü her ikisi de insana ve hayata dair kazanımlardır.

Fotoğraflar albümlerdeki yerini alırken, anılar da belleklerdeki yerini alır.

Önemli olan anıları bir biçimde yazıya dökebilmektir.
O andan itibaren yaşanan her an ölümsüz olur.


Anılar sahibine gülümsemeye başlar.

Hıfzı Topuz’un son çalışması “ Gülümseyen Anılar “ bana okurken bunları düşündürdü.

Nazım Hikmet, Melih Cevdet Anday, Cahit Külebi, Abidin Dino, Picasso, Abdi İpekçi, Necati Cumalı, Nadir Nadi ve aklıma gelmeyen pek çok değerli isim, belki de bir araya gelmiş gülümsüyorlardır gittikleri yerden hepimize.

Biz de yaşadık ve iz bırakarak geçtik bu dünyadan dercesine…

5 Ekim 2010 Salı

FESLEĞEN




Kendisine ve kokusuna hayran olduğum, yaz, kış vazgeçemeyeceğim bitkilerden biri de fesleğendir.


Antalya'lıların deyimiyle '' Reyhan'' ya da ''Feslikan'.


Ülkemizde Ege ve Akdeniz yöresinde yaşayanlar da tıpkı benim gibi severler ve vazgeçemezler fesleğenden. Aslında her yerde yetişen bir bitkidir o.


Büyümesi için tarla ya da saksı fark etmez.Sadece tarlada yetişecekse eğer kendinden başka bir ot istemez.


Ana yurdu için, Güney Asya ve Hindistan derler ama iklimi ılıman olan her yerde yetişir, pek nazlı değildir yani. Ballıbabagiller familyasındandır.


Yetişkin fesleğenlerin boyları 20 ile 60 cm arasındadır. Açık yeşilden koyu yeşile değişen renkleri vardır.


Her kültüre hitap etmiş olmasından mı bilinmez pek çok dilde değişik isimleri vardır:

- Arapça : Raihan-

Çince : Lo le

- İngilizce : Sweet Basile

- Fransızca : Basilic

- Almanca : Basilikum

- Hintçe : Tulsi

- İspanyolca : Alebega

- Rusça : Dushi


Tazesi de kurutulmuşu da mükemmel kokar.


-Ne kadar doğru bilmiyorum- kapıların önüne konursa da kötü enerjiyi ve olumsuzluğu bulunduğu eve sokmadığı söylenir.


Faydaları saymakla bitmez. Biraz örnek vermek gerekirse ;


- Sakinleştirici ve yatıştırıcı özelliği vardır.

- Cildi rahatlatır ve enerji verir.

- Ağızda oluşan yaraları ve pamukçuğu onunla tedavi etmek mümkündür.

- Sivr isinek ve benzeri haşereleri bulunduğu mekana sokmaz, tıpkı kötü enerji gibi.- Kaynatılmasıyla süzülen su arı sokmalarında yaranın üzerine sürülünce ağrıyı hafifletir.- Öksürüğü keser.

- Sinirleri yatıştırır.


Faydaları bir yana hemen hemen her yemekte, tazesi ya da kurusu biraz kullanıldığında hemen yemeğin lezzetini değiştiriverir. Hangi yemeklere mi yakışır? Çorbalarda, salatalarda, makarnalarda, domateste, mantarla ve patlıcanla yapılan her yemekte, dolmanın hazırlanan içinde duruşu bambaşkadır. Sıcak yemeklere konarken dikkat edilmesi gereken bir püf nokta ise, yemeklere fesleğenin ocaktan inmeye yakın konulmasıdır.Yemekle beraber pişerse, yemeğin ısısıyla o güzelim kokusunu kaybeder.Fesleğenden bu kadar söz etmişken, yapımından ve yemesinden keyif aldığım bir salata tarifi vermek istiyorum:
MALZEMELER:
- Yarım su bardağı doğranmış yeşil zeytin, - 2 adet orta boy yeşil kabak 2 adet közlenmiş kırmızı biber, - 10 adet taze fesleğen yaprağı - Sosu için: 4 yemek kaşığı zeytinyağı 1 adet limonun suyu 1 yemek kaşığı nar ekşisi tuz.
- YAPILIŞI :
Kabakları soyup yarım cm. lik halkalar halinde doğrayarak küçük bir tencereye koyalım.


Üzerini kapatacak kadar sıcak su ekleyip tuz serpelim.


Yaklaşık 7- 8 dakika kabakları haşlayalım, kabakları süzüp servis tabağına yerleştirelim.

Üzerine kırmızı biber, yeşil zeytin ve fesleğen yaprağı dizelim.


Diğer yandan salatanın sosunu hazırlayalım, bunun için zeytinyağı, nar ekşisi, limon suyu ve tuzu bir kaseye aktarıp çırpalım.

Sonra salatanın üzerine gezdirelim.

Salatayı ılık ya da soğuk olarak servise sunalım.

Afiyet olsun.

BROOKLYN ÇILGINLIKLARI




Çağdaş Amerikan Edebiyatı’nın güçlü kalemlerinden Paul Auster, bu kez okurlarının karşısına, yine sıra dışı bir romanla çıkıyor.

Can Yayınları tarafından basılan Brooklyn Çılgınlıkları’nı dilimize Seçkin Selvi kazandırmış.

Nathan Glass eski bir hayat sigortacısıdır ve kanser hastasıdır.
Hayata tutunamayanların da arasındadır.

Başarısız ve mutsuz geçen bir evlilik yapmış, sevmediği bir işte yıllarca çalışmıştır. Kendinde olumlu gördüğü tek yanı ise, bitmek tükenmek bilmeyen edebiyat tutkusudur.

Ölmek için kendine seçtiği yer ise Brooklyn’dır.

Brooklyn’i seçmesinin en önemli sebebi, burada kimse tarafından tanınmıyor olmasıdır ancak kısa bir süre sonra, yıllardır görmediği kayıp yeğeni Tom Wood ile karşılaşır.


Tom da dayısı gibi bir edebiyat tutkunudur ve bir kitap evinde çalışmaktadır, Tom’un, yaşam koşullarının Brooklyn’e sürüklediği Harry Brightman adlı bir patronu vardır.

Kısa süre içinde üçlü arasında inanılmaz bir sohbet imkanı doğar. Sohbet edebiyat kökenlidir.

Kanser hastası, günleri sayılı Nathan Glass bu sohbetlerin sonrasında, ömrünün son anlarını yaşamaktayken kendini ufku daha da genişlemiş, farklı düşünceler içinde bulacaktır.

Paul Auster, Brooklyn Çılgınlıkları’nı, kendine özgü üslubuyla, bütün dünyayı ayağa kaldıran 11 Eylül saldırısıyla da ilişkilendiriyor.

Finalini de bu ilişki doğrultusunda bitiriyor.


Bu bağlantı nasıl mı sağlanıyor? Onu söylemeyelim. Okurlara bırakalım.

4 Ekim 2010 Pazartesi

ASİ





Doğunun kraliçesi Antakya…


Suyuyla/yaşamıyla oynanmış, onuru kırılmış bir ırmak; bir Hint fakiri kadar ince, onun kadar yoksul görünüşlü, onun gibi dünya üstüne çok şey bilen Asi…
Bu coğrafyada yaşamını kuran Ömer Azmi Asiyel ailesinin üçüncü kuşağını soluksuz kılan bulanık, belirsiz, gizlerle dolu bir geçmiş…




Böyle yazıyor tanıtım yazısında A S i'nin.




Yazar Ayla Kutlu olunca elimde ne var ne yok bırakır mutlaka okurum ona ait olan kitabı.


Çünkü bilirim Ayla Kutlu yazdığı romanın her satırını, her cümlesini ince ince işler. Okunmaya değerdir bu yüzden eserleri.




ASİ Antakya'da geçiyor.


Asiyel Ailesi'nin geçmişten bu güne taşınan sırlarını beraberinde getiriyor.




Antakya yöresinin coğrafi konumunun güzelliği ve hatta yöreye ait leziz yemekler eşliğinde bir ailenin yaşamına tanıklık ediyorsunuz okurken.




Atik ve Belen Yaylaları ve Asi Nehri'nin eşsiz güzelliği eşlik ediyor romana.




Ailenin üçüncü kuşak torunlarından Atik ve Belen'in hayatları ve geçmişten gelen iki kardeşi birbirinden uzaklaştıran sırrı romanın sonuna kadar merakla bekliyorsunuz.




Romanın bitiminde de sanki devamı gelecekmiş ya da gelmeliymiş gibi hissediyorsunuz.




ASİ mutlakla okunmalı.
















3 Ekim 2010 Pazar

Bir Deliler Evi'nin Düşündürdükleri


Bazı kitapları okurken elinizden düşüremezsiniz.
Hem sonunu merak eder, hem de bitirmek istemezsiniz.
Kitap bittikten sonra, bu sefer de dilinizden düşüremezsiniz.
Çevrenizdeki tüm kitap severlerle kitabı paylaşır hatta benim gibi okuduğu kitabı kitaplığında tutmaktan çok paylaşmayı seven biri iseniz birer birer arkadaşlarınıza veririsiniz.
Sonra ne mi olur?
O okuduğunuz kitap hem aklınızın hem yüreğinizin hem de kitaplığınızın baş köşesine oturur.
Ayfer Tunç’un yaklaşık bir yıldır kitaplığımda bekleyen “ Bir Deliler Evinin Yalan Yanlış Anlatılan kısa Tarihi” adlı romanı bende tam da bu etkiyi yarattı.
Hatta bu güne kadar neden Ayfer Tunç kitaplarını okumadığım için kızdım kendime.
Kitapla ilgili tek bir olumsuz eleştiri yapmam gerekirse, kitabın puntolarını çok küçük olmasıydı.
Ancak eğer okumak isterseniz bu bile kitabı bir solukta okumak için çok önemli bir neden olmuyor.
Sonuç olarak kitabı okuyup bitirdikten sonra öncelikle yazarın her biri ayrı bir roman konusu olabilece k onca karakterle nasıl başa çıktığına şaşıp kalıyorsunuz.
Daha fazla anlatmayayım; Ayfer Tunç ve muhteşem romanı Bir Deliler Evinin Yalan Yanlış Anlatılan kısa Tarihi” benim gönlümün Nobel edebiyat Ödülünü çoktan aldı bile.