Blog Listem

13 Aralık 2010 Pazartesi

YEŞİL PERİ GECESİ

Şahane bir Ayfer Tunç romanı okuyorum şu aralar.

Hem de hiç zaman bulamadığım halde, kitaba özel zaman yaratarak okuyorum.

Kitabı tanıtmak için bitmesini bekleyemeyeceğim.

Ayfer Tunç sevenler belki de çoktan okuyup bitirmişlerdir bu romanı.

Daha önce Ayfer Tunç okumamış olanlar da hemen bu kitapla başlayabilirler.
Böylelikle dil ve kelime ustası bir yazarla daha tanışmış olacaklar.

Roman aslında yazarın ilk romanının kahramanı  Şebnem'in ( Kapak Kızı ) hikayesi.

Roman konusu hakkında hiç bir şey yazmak istemiyorum.

Sadece şunu söyleyebilirim;  o kadar güzel ki elinizden bırakamayacaksınız !!!

2 Aralık 2010 Perşembe

KİTAP DEYİNCE AKANLAR SULAR DURUR

Önce aydanatlayankedi den aldım bu kitaplı mimi diğer bloğumda yayınladım.
Blog dünyasında yeni tanıştığımız aynadakiaksim de mimi bana pas edince " kitap deyince akan sular durur " cümlesinden hareketle kitapsesleri bloğumda da yazayım dedim.

Ne de olsa blogumuz kitaplardan gelen sesleri anlatıyor, yakışır bu sayfaya:)

Şimdi soruları tekrar cevaplayalım :

Okumana gerek olmayan kitaplar: Yeni dönem vampir kitapları

Daha önce okuman gereken kitaplar olmasaydı okumak isteyeceğin kitaplar: Oooo o kadar çok ki yazmakla bitmez.

Uzun zamandan beri okumayı düşündüğün kitaplar:  Mesnevi, Savaş ve Barış,Diriliş.

Uzun zamandan beri arayıp bulamadığın kitaplar: İnternet sayesinde hepsini bulabiliyorum. Bulamayacağım bir kitap olursa da Leylak Dalı yetişir imdadıma biliyorum:)

Şu anda üzerinde çalıştığın konu ile ilgili kitaplar: Şu anda üzerinde çalıştığım konu ile ilgili kitapları Anadolu Üniversitesi öğrencilerine dağıtıyor zaten.:)

Her olasılığa karşı elinin altında bulunmasını arzuladığın kitaplar: Erken kaybedenler, Yeşil Peri Gecesi, çok yeni okumama rağmen Firarperest.


Belki bu yaz okumak için bir kenara kaldırabileceğin kitaplar : Bunun planını yapmadım ama TİRZA’yı yaza saklayacağım galiba…

Kitaplığında öteki kitaplara eşlik etmesi için gerek duyduğun kitaplar: Okumak istediğim bütün klasiklerin aynı yayın evinden olmasını ve kitaplığımda  bir arada yer almasını isterim.

Sende beklenmedik ve çılgınca bir ilgi uyandıran, üstelik buna haklı bir gerekçe bulamadığın kitaplar: Çılgın Kalabalıktan Uzak, Teneke Trompet.

Çok uzun zaman önce okunmuş olsa da şimdi yeniden okumak isteyeceğin kitaplar: Anna Karenina, Ölü Erkek Kuşlar, Ruhlar Evi.

Hep okumuş numarası yaptığın ama artık gerçekten oturup okumanın zamanı geldiği kitaplar: Mesnevi, Binbir Gece Masalları

Aslında ikisi de bir başından, bir ortasından, bir sonundan okuduğum için hiç bitmediler.
Bu mimi eğer kabul ederlerse Laluna, Buğday  Tanesi, Beenmaya   ve    Ateş Böceği 'ne  göndermek isterim...

30 Kasım 2010 Salı

FİRARPEREST

Bazı yazarların kitaplarını çıkar çıkmaz hiç düşünmeden alırım.

Kitabın konusu, iyi olup olmadığı çok önemli değildir o an için.

Yazar çoktan "benim yazarım" olmuştur, kitaplığımda diğer kitaplarıyla çoktan yerini almıştır.

Yazarın kişiliği de çok önemli değildir, sevilip sevilmediği de. Dostlarım gibi.

Bazı kitaplar ve yazarlar  da dostlar gibidir. Birini dost haneme yazdıysam hiç bir şey silemez kolay kolay.

Firarperest i de bu duygularla düşünmeden aldım.

Kitaptan okuyup da sevdiğim cümleleri paylaşmak isterim :

" Önemli olan nefsin çukurlarına düşmemek değil, düşünce çıkabilmeyi becermektir ."
       ***
" Yalnızlık insana en çok başkalarıyla çevriliyken gelen histir ki, kimileri buna  etraf kalabalıkken kalbin yalnız olması hali der ".
       ***
" Birbirinden ayrı gibi görünen bütün şiddet haberleri arasında bir ilişki var. Hepsinde ortak olan nokta, yoğun bir aşktan yoğun bir nefrete geçebilmekteki süratimiz."
       ***
" Kız çocukları masallardan sadece güzel ve prenses olmaları gerektiğini değil, rekabeti de öğrenir. Külkedisi ve ablaları, Pamuk Prenses ve üvey annesi... Kadınlar masallarda da hep hemcinsleriyle uğraşır."
     ***
" Harf  özgürlük sever, harf sonsuzluk sever, kapılar bencereler açık olsun ister."

Firarperest sayfaları çevirdikçe okura kendini iyi hissettirecek bir kitap.

25 Kasım 2010 Perşembe

LÜSYEN

Can Dündar'ın son kitabı Lüsyen bana öğretmenler gününde hediye edilmeseydi okumak aklıma bile gelmezdi.

Sanırım bu aralar tarih kitapları okuma modunda değilim.

Lüsyen'e gelince;

Kitabı hiç beğenmedim.
"Şair-i Azam" ın tutarsız kişiliği, kendinden kırk yaş küçük bir genç kızla evlenişi, genç kızın yıllar içinde başkasına aşık oluşu, ve şairin bu aşkı bile kabul edişi bana pek normal gelmedi.

Yine bu kadar tanınmış bir diplomat ve şair vasfına sahip bir kişinin, ne çökmekte olan Osmanlı'nın ne de yeni kurulmakta olan Türkiye Cumhuriyeti'nin yanında yer almaması, yani belli bir ideolojisinin olmaması da şaşırtıcı geldi.

Sonuç olarak Lüsyen kitaplığımın en arka raflarında yerini almaktan öteye geçemedi.

Not: Fikir benim şahsi fikrimdir, kitap için farklı düşünenlerin de fikirlerini paylaşmak isterim elbette.

20 Kasım 2010 Cumartesi

FELSEFE EŞLİĞİNDE AŞKA YOLCULUK


Adına bakıp da çok ağır, felsefi bir kitap olduğunu düşünmeyin sakın.


Son derece kolay okunan şahane bir roman " Felsefe Eşliğinde Aşka Yolculuk".


Sussex Üniversitesi'nde tam da değişimin derinden yaşandığı yetmişli yıllarda öğrencidir Susannah. Bir erkek arkadaşı vardır.


Görünürde normal seyrinde bir ilişkidir bu ama Susannah için yolunda gitmeyen şeyler vardır ve yolunda gitmeyen konuları çözümleyip karar vermek için etkisinde kaldığı üç filozoftan yardım alır Susannah.


Sonunda kararını verir ve bu karar Susanah'ın aynı zamanda geleceğidir.
Felsefe Eşliğinde Aşka Yolculuk bu yaz okuduğum en güzel romanlardan biriydi...



6 Kasım 2010 Cumartesi

VENÜSÜN SON GECESİ


Marilyn Monroe benim için en fazla ben doğmadan bir kaç yıl önce intihar ederek ölmüş, sinema tarihine adını yazdırmış bir film yıldızını ifade eder. Haa olsa olsa bir de, ölümünün genç yaşta intihar şeklinde olması kırk yılda bir konu açılınca yüreğimi burkar.


Kenedy Ailesi için de düşüncelerim aynıdır.
John F. Kenedy ve erkek kardeşi Robert Kenedy'nin bir kaç yıl arayla gerçekleşen trajik ölümlerinden başka bir şeyi araştırma ya da okuma gereği duymamışımdır bu zamana kadar.


Bunun çeşitli nedenleri olabilir; ilgi alanıma girmemesi, okunacak çok fazla ve farklı şeylerin olması gibi örnekleri çoğaltmak mümkün.


Tüm bunlar benim naçizane fikirlerim elbette.


Nazlı Eray, Venüs'ün Son Gecesi'nde işte Marilyn Monroe'nun trajik ölümü ve son gecesini romanlaştırıyor.


Tabii bu romanı kendine has bir üslupla yazmış ki ben buna " Nazlı Eray Üslubu " diyorum.


Roman Ankara'da geçiyor.
Ankara'da Marliyn Monroe ve Kenedy ailesinin ne işi var demeyin ve elinizden bırakamayarak bir kaç saat içinde bitireceğinizden emin olun.


Her zaman kitapların ilk cümlelerine çok önem vermişimdir. Bir kitabı okuyup okumama kararımı ilk cümleler sayesinde verdiğim çok olmuştur.


Venüs'ün Son Gecesi' nde ise son cümle tam anlamıyla çarptı beni ; Hayat onu nasıl algıladığın ve nasıl yaşadığındır. Başka da hiç bir şey değildir.






1 Kasım 2010 Pazartesi

“ ISSIZ ADAM ” KEKİ


Bu sefer ki tarifim mutfaktaki hallerimden.
Oğlumun en sevdiği keklerden birinin tarifi.

Özellikle oğlum okula başladığından beri mutfakta geçen zamanlarım fazlalaştı benim.
İlk okula yeni başlayan bir çocuğun ilk yıldan okul kantini ile tanışmasına pek sıcak bakamıyorum nedense.

Okulda da sağlıklı beslensin diye, beslenme çantasına koymak için ev yapımı ürünleri daha çok tercih eder oldum.

Oğlum gibi yemek konusunda seçici bir çocuğa sahipseniz, her zaman değişik tatlar denemek bir süre sonra yaşam biçiminiz oluyor.

Yeri geliyor, bazı besinleri en olmadık yerlerde kullanabiliyorsunuz.
Yemek içinde havuç sevmeyen oğluma havucu sevdirmenin mutlaka bir yolu olmalı diye düşünürken, imdadıma Issız Adam Alper yetişti.

Evde eşimle, bir kere daha DVD’den Issız Adam’ı izlerken, Alper’in Ada’ ya hiçbir zaman tarifini ver-e- mediği “ Havuçlu Kek ” ini denemeye karar verdim.


Issız Adam’ı ikinci kez seyrederken Alper’in yaptığı keke takılı kalmama şaşırdım elbette. İzlenme rekorları kıran bir aşk filminden geriye kala kala erkek kahramanın yaptığı havuçlu kek mi kalır yahu insanın zihninde?

Neyse şimdi o havuçlu kek oğlumun beslenme saatlerinin vazgeçilmezi oldu.
Issız Adam Alper’in yaptığı kadar lezzetli oldu mu bilemeyiz ama oğlum sık sık tercih ettiğine göre fena değil sanırım.

Yapımı da çok kolay

İşte tarifi :
Malzemeler :
3 Yumurta
3,5 çay bardağı toz
şeker
½ çay bardağından az sıvı yağ
1 tatlı kaşığı tarçın
1 çay bardağı çay ( kahvaltı sonrası demlikte artan çay olabilir )
1 paket vanilya
1 paket kabartma tozu
6,5 çay bardağı un
1- 2 adet rendelenmiş havuç
1,5 çay bardağı dövülmüş ceviz


Yapılışı :
Klasik kek yapar gibi yapıyoruz.
Yumurtaları şekerle çırpıp sıra ile, çay, sıvı yağ, un,
Vanilya, kabartma tozu, tarçın ve en son da havuç ve cevizi ekleyip karıştırıyoruz.
Yağlanmış kalıba ya da varsa slikon kek kalıbına döküp,
Önceden ısıtılmış 170 Derece fırında yaklaşık 40 – 45 dakika pişiriyoruz.
Soğuduktan sonra dilersek üzerine pudra şekeri de serpebiliriz.
Denemek isteyenlere afiyet olsun.



31 Ekim 2010 Pazar

MANZARADAN PARÇALAR


İtiraf etmem gerekirse Orhan Pamuk çok okuduğum yazarlardan bir değildir.


Bu güne kadar iki romanını severek okudum Cevdet Bey ve Oğulları ve Masumiyet Müzesi .


Şimdi hatırlıyorum da 90'lı yıllarda popüler olan Yeni Hayat adlı romanını hayatıma bir "yeni" lik katacağını düşünerek hevesle alıp okumaya başlamış ama ortalarında yarım bırakmıştım.


Ya o zamanlar ki ruh halim kitabı okumaya elverişli değildi ya da yüzlerce baskı yapan Yeni Hayat o dönemlerde bana hitap etmemişti.


Neyse, yıllar geçti üzerinden konumuz bu değil zaten.


Geçen gün elime Orhan Pamuk'un son kitabı " Manzaradan Parçalar" ı aldım.


Aldığım günden beri de elimden bırakamıyorum.


Çok ama çok beğendim.


Özellikle İstanbul'u ve kitapları anlatan bölümlerinde sayfaların arasında kayboldum.


Bence Orhan Pamuk deneme yazılarını çoğaltmalı.


Manzaradan Parçalar Okurken okura; " Deneme işte böyle yazılmalı" dedirtiyor.
Hayat yolculuğu sırasında yaşananlar usta bir kalemle buluşunca ortaya şahane bir eser çıkartıyor demek ki...


Yazarın kalemine ve emeğine sağlık.

24 Ekim 2010 Pazar

YE DUA ET SEV


Böyle kitapları çok okumam aslında ama bazen okumak gerekiyor.




Biraz da yeğenimin önerisiyle alıp okudum.




Elime alınca 50 sayfa okumuş olduğumu fark ettim. Akıcı bir dile sahip.




Konu bildik, tanıdık bir konu.




Evli, anne olması ve hamile kalması beklenen Liz günün birinde aslında bunları yapmak istemediğini fark ederek hayatını değiştirmeye karar verir.


Hayatını değiştirme aşaması elbette biraz sancılı olacaktır.
Bu istek ve sancı Liz'i İtalya'dan Hindistan'a kadar sürükler.
Roman da böylece devam edip gider.


Filmini izlemedim, Julia Roberts'ın hatırına izler miyim bilmiyorum?


Kitabı okuduktan sonra sadece şunu düşündüm : " Amerikalıların -BESTSELLER- anlayışı sanırım bana uymuyor " .




19 Ekim 2010 Salı

KAPAK KIZI



İtiraf etmem gerekirse bu romanı bana sevgili arkadaşım Leylak Dalı okumam için getirmemiş olsaydı hiç bir zaman okumak aklıma gelmezdi.

Leylak Dalı ile bunu alışkanlık haline getirdik; Leylak Dalı Antalya’ya her geldiğinde mutlaka kendisinden okumak için kitap istiyorum, çünkü O kitap konusunda zevkine güvendiğim birkaç arkadaşımdan biri.

Kendisine buradan teşekkür ederim, umarım Ankara’ya gitmiştir teşekkürüm:)

Eveeeet, bu kadar gevezelik yeter şimdi kitabın konusuna geçelim değil mi ama?

“ Ankara’dan İstanbul’a karlı bir kış günü yolculuk yapan trenin içinde birbirini hiç tanımayan yolcular vardır.
Banka müfettişi olduğu için sürekli seyahat eden ama yaptığı işten nefret eden Ersin, radyo programcısı Selda, trenin restoranında görevli garson Bünyamin, Bünyamin’e yardımcı olan diğer garson beceriksiz İzzet bunlardan sadece bir kaçıdır.

Tren hızla yolunda ilerlerken, yağan kar tipiye dönüşmüş ve tipinin hızı trenle yarışmaya başlamıştır.

Yollar kapanmak üzeredir.

Tren yolcularının hiç birinin bilmediği biri hepsinin hayatlarında bir biçimde yer almaktadır.
- Kapak Kızı Şebnem -

Şebnem, hayatın acımasızlığına olan tepkisini bir erkek dergisine çıplak pozlar vererek göstermek isteyen, güzelliğini farkında olan bir kadındır.

Yolcuların hiç birinin bilmediği bir şey vardır.


Şebnem bir biçimde trendeki yolcuların hayatının içindedir. Ersin ve Selda’nın çok eskilerden tanıdığıdır. Ersin’in çocukluk aşkı, Bünyamin rüyalarının süsüdür.

*****
“Kapak Kızı” Ayfer Tunç’un ilk romanı.

Öyle bir roman ki; okura “ Bir ilk roman bu kadar mı başarılı olur ?” dedirtiyor.

Meraklısına Not : Yazarın yeni romanı “Yeşil Peri Gecesi “ Kapak Kızı Şebnem’i anlatıyor … “


ELVEDA KIZLAR ÜLKESİ

Sevgili Nur’cum yaşamınkıyısında.blogspot.com bana bu kitabı tanıttığın için sana çok teşekkür ederim.

Elveda Kızlar Ülkesi bu yaz okuduğum en güzel romanlardan biriydi.

Blog ortamında kitap paylaşımlarını çok seviyorum.

“ Kadınlarla erkeklerin evlenmemesi gerekir; çünkü aşk mevsimler gibidir.
Gelir geçer. “

Kitabın arka kapağında bu cümle yazıyordu. Sırf bu cümle için bile bu kitap okunur diye düşünerek başladım okumaya.

Bir ülke düşünün, öyle bir kültüre sahip ki, kızlar erkeklerden daha değerli sayılıyor, evlilik geri kafalılık olarak değerlendiriliyor, miras anneden kızına geçiyor.

Burası uzak doğuda Çin sınırları içinde yer alan Moso Bölgesi’ dir.
“Namu” romanın baş kahramanıdır.

Çocukluğunda çok ağlayan bir çocuk olduğu için annesi hep başkalarına vermeye çalışmış ama kimseye verememiştir Namu’yu.

Yıllar geçer, Namu büyür ve kendi köyü dışında, dağların arkasında kalan dünyayı merak etmeye başlar ve bir gün tüm karşı koymalara rağmen köyünü terk eder.

Kitap okunup bittikten sonra okurun aklına şu düşünce yerleşiyor; ki sanırım bu da romanın ana fikirlerinden biri : Kültürler farklı olsa da anne kız ilişkisinin her yerde aynıdır. Anneler kızları ile hem kavga eder, hem çatışmalar yaşar ama ararlında kimsenin adlandıramadığı bitimsiz bir sevgi vardır.

GÜLÜMSEYEN ANILAR




Yıllar geçtikçe, insanın elinde avucunda iki önemli varlık kalır.

Birincisi anılardır, diğeri ise fotoğraflar.

Varlık diyorum çünkü her ikisi de insana ve hayata dair kazanımlardır.

Fotoğraflar albümlerdeki yerini alırken, anılar da belleklerdeki yerini alır.

Önemli olan anıları bir biçimde yazıya dökebilmektir.
O andan itibaren yaşanan her an ölümsüz olur.


Anılar sahibine gülümsemeye başlar.

Hıfzı Topuz’un son çalışması “ Gülümseyen Anılar “ bana okurken bunları düşündürdü.

Nazım Hikmet, Melih Cevdet Anday, Cahit Külebi, Abidin Dino, Picasso, Abdi İpekçi, Necati Cumalı, Nadir Nadi ve aklıma gelmeyen pek çok değerli isim, belki de bir araya gelmiş gülümsüyorlardır gittikleri yerden hepimize.

Biz de yaşadık ve iz bırakarak geçtik bu dünyadan dercesine…

5 Ekim 2010 Salı

FESLEĞEN




Kendisine ve kokusuna hayran olduğum, yaz, kış vazgeçemeyeceğim bitkilerden biri de fesleğendir.


Antalya'lıların deyimiyle '' Reyhan'' ya da ''Feslikan'.


Ülkemizde Ege ve Akdeniz yöresinde yaşayanlar da tıpkı benim gibi severler ve vazgeçemezler fesleğenden. Aslında her yerde yetişen bir bitkidir o.


Büyümesi için tarla ya da saksı fark etmez.Sadece tarlada yetişecekse eğer kendinden başka bir ot istemez.


Ana yurdu için, Güney Asya ve Hindistan derler ama iklimi ılıman olan her yerde yetişir, pek nazlı değildir yani. Ballıbabagiller familyasındandır.


Yetişkin fesleğenlerin boyları 20 ile 60 cm arasındadır. Açık yeşilden koyu yeşile değişen renkleri vardır.


Her kültüre hitap etmiş olmasından mı bilinmez pek çok dilde değişik isimleri vardır:

- Arapça : Raihan-

Çince : Lo le

- İngilizce : Sweet Basile

- Fransızca : Basilic

- Almanca : Basilikum

- Hintçe : Tulsi

- İspanyolca : Alebega

- Rusça : Dushi


Tazesi de kurutulmuşu da mükemmel kokar.


-Ne kadar doğru bilmiyorum- kapıların önüne konursa da kötü enerjiyi ve olumsuzluğu bulunduğu eve sokmadığı söylenir.


Faydaları saymakla bitmez. Biraz örnek vermek gerekirse ;


- Sakinleştirici ve yatıştırıcı özelliği vardır.

- Cildi rahatlatır ve enerji verir.

- Ağızda oluşan yaraları ve pamukçuğu onunla tedavi etmek mümkündür.

- Sivr isinek ve benzeri haşereleri bulunduğu mekana sokmaz, tıpkı kötü enerji gibi.- Kaynatılmasıyla süzülen su arı sokmalarında yaranın üzerine sürülünce ağrıyı hafifletir.- Öksürüğü keser.

- Sinirleri yatıştırır.


Faydaları bir yana hemen hemen her yemekte, tazesi ya da kurusu biraz kullanıldığında hemen yemeğin lezzetini değiştiriverir. Hangi yemeklere mi yakışır? Çorbalarda, salatalarda, makarnalarda, domateste, mantarla ve patlıcanla yapılan her yemekte, dolmanın hazırlanan içinde duruşu bambaşkadır. Sıcak yemeklere konarken dikkat edilmesi gereken bir püf nokta ise, yemeklere fesleğenin ocaktan inmeye yakın konulmasıdır.Yemekle beraber pişerse, yemeğin ısısıyla o güzelim kokusunu kaybeder.Fesleğenden bu kadar söz etmişken, yapımından ve yemesinden keyif aldığım bir salata tarifi vermek istiyorum:
MALZEMELER:
- Yarım su bardağı doğranmış yeşil zeytin, - 2 adet orta boy yeşil kabak 2 adet közlenmiş kırmızı biber, - 10 adet taze fesleğen yaprağı - Sosu için: 4 yemek kaşığı zeytinyağı 1 adet limonun suyu 1 yemek kaşığı nar ekşisi tuz.
- YAPILIŞI :
Kabakları soyup yarım cm. lik halkalar halinde doğrayarak küçük bir tencereye koyalım.


Üzerini kapatacak kadar sıcak su ekleyip tuz serpelim.


Yaklaşık 7- 8 dakika kabakları haşlayalım, kabakları süzüp servis tabağına yerleştirelim.

Üzerine kırmızı biber, yeşil zeytin ve fesleğen yaprağı dizelim.


Diğer yandan salatanın sosunu hazırlayalım, bunun için zeytinyağı, nar ekşisi, limon suyu ve tuzu bir kaseye aktarıp çırpalım.

Sonra salatanın üzerine gezdirelim.

Salatayı ılık ya da soğuk olarak servise sunalım.

Afiyet olsun.

BROOKLYN ÇILGINLIKLARI




Çağdaş Amerikan Edebiyatı’nın güçlü kalemlerinden Paul Auster, bu kez okurlarının karşısına, yine sıra dışı bir romanla çıkıyor.

Can Yayınları tarafından basılan Brooklyn Çılgınlıkları’nı dilimize Seçkin Selvi kazandırmış.

Nathan Glass eski bir hayat sigortacısıdır ve kanser hastasıdır.
Hayata tutunamayanların da arasındadır.

Başarısız ve mutsuz geçen bir evlilik yapmış, sevmediği bir işte yıllarca çalışmıştır. Kendinde olumlu gördüğü tek yanı ise, bitmek tükenmek bilmeyen edebiyat tutkusudur.

Ölmek için kendine seçtiği yer ise Brooklyn’dır.

Brooklyn’i seçmesinin en önemli sebebi, burada kimse tarafından tanınmıyor olmasıdır ancak kısa bir süre sonra, yıllardır görmediği kayıp yeğeni Tom Wood ile karşılaşır.


Tom da dayısı gibi bir edebiyat tutkunudur ve bir kitap evinde çalışmaktadır, Tom’un, yaşam koşullarının Brooklyn’e sürüklediği Harry Brightman adlı bir patronu vardır.

Kısa süre içinde üçlü arasında inanılmaz bir sohbet imkanı doğar. Sohbet edebiyat kökenlidir.

Kanser hastası, günleri sayılı Nathan Glass bu sohbetlerin sonrasında, ömrünün son anlarını yaşamaktayken kendini ufku daha da genişlemiş, farklı düşünceler içinde bulacaktır.

Paul Auster, Brooklyn Çılgınlıkları’nı, kendine özgü üslubuyla, bütün dünyayı ayağa kaldıran 11 Eylül saldırısıyla da ilişkilendiriyor.

Finalini de bu ilişki doğrultusunda bitiriyor.


Bu bağlantı nasıl mı sağlanıyor? Onu söylemeyelim. Okurlara bırakalım.

4 Ekim 2010 Pazartesi

ASİ





Doğunun kraliçesi Antakya…


Suyuyla/yaşamıyla oynanmış, onuru kırılmış bir ırmak; bir Hint fakiri kadar ince, onun kadar yoksul görünüşlü, onun gibi dünya üstüne çok şey bilen Asi…
Bu coğrafyada yaşamını kuran Ömer Azmi Asiyel ailesinin üçüncü kuşağını soluksuz kılan bulanık, belirsiz, gizlerle dolu bir geçmiş…




Böyle yazıyor tanıtım yazısında A S i'nin.




Yazar Ayla Kutlu olunca elimde ne var ne yok bırakır mutlaka okurum ona ait olan kitabı.


Çünkü bilirim Ayla Kutlu yazdığı romanın her satırını, her cümlesini ince ince işler. Okunmaya değerdir bu yüzden eserleri.




ASİ Antakya'da geçiyor.


Asiyel Ailesi'nin geçmişten bu güne taşınan sırlarını beraberinde getiriyor.




Antakya yöresinin coğrafi konumunun güzelliği ve hatta yöreye ait leziz yemekler eşliğinde bir ailenin yaşamına tanıklık ediyorsunuz okurken.




Atik ve Belen Yaylaları ve Asi Nehri'nin eşsiz güzelliği eşlik ediyor romana.




Ailenin üçüncü kuşak torunlarından Atik ve Belen'in hayatları ve geçmişten gelen iki kardeşi birbirinden uzaklaştıran sırrı romanın sonuna kadar merakla bekliyorsunuz.




Romanın bitiminde de sanki devamı gelecekmiş ya da gelmeliymiş gibi hissediyorsunuz.




ASİ mutlakla okunmalı.
















3 Ekim 2010 Pazar

Bir Deliler Evi'nin Düşündürdükleri


Bazı kitapları okurken elinizden düşüremezsiniz.
Hem sonunu merak eder, hem de bitirmek istemezsiniz.
Kitap bittikten sonra, bu sefer de dilinizden düşüremezsiniz.
Çevrenizdeki tüm kitap severlerle kitabı paylaşır hatta benim gibi okuduğu kitabı kitaplığında tutmaktan çok paylaşmayı seven biri iseniz birer birer arkadaşlarınıza veririsiniz.
Sonra ne mi olur?
O okuduğunuz kitap hem aklınızın hem yüreğinizin hem de kitaplığınızın baş köşesine oturur.
Ayfer Tunç’un yaklaşık bir yıldır kitaplığımda bekleyen “ Bir Deliler Evinin Yalan Yanlış Anlatılan kısa Tarihi” adlı romanı bende tam da bu etkiyi yarattı.
Hatta bu güne kadar neden Ayfer Tunç kitaplarını okumadığım için kızdım kendime.
Kitapla ilgili tek bir olumsuz eleştiri yapmam gerekirse, kitabın puntolarını çok küçük olmasıydı.
Ancak eğer okumak isterseniz bu bile kitabı bir solukta okumak için çok önemli bir neden olmuyor.
Sonuç olarak kitabı okuyup bitirdikten sonra öncelikle yazarın her biri ayrı bir roman konusu olabilece k onca karakterle nasıl başa çıktığına şaşıp kalıyorsunuz.
Daha fazla anlatmayayım; Ayfer Tunç ve muhteşem romanı Bir Deliler Evinin Yalan Yanlış Anlatılan kısa Tarihi” benim gönlümün Nobel edebiyat Ödülünü çoktan aldı bile.